2 Şubat 2011 Çarşamba

Arapların devrimci ruhundan neden korkalım?

Tunus ve Mısır'daki ayaklanmalarda, İslami köktendinciliğin yokluğu apaçık göze çarpıyor. Seküler-demokratik geleneğin en iyi hâliyle, halk sadece baskıcı bir rejime, onun yolsuzluklarına ve yoksulluğa karşı ayaklanarak özgürlük ve ekonomik olarak umut talep etti. Batılı liberallerin, Arap ülkelerinde gerçek demokrasi algısının bir grup liberal elitten ibaret olduğunu, büyük çoğunluğun ise ancak köktendincilik veya milliyetçilikle harekete geçebileceğini anlatan alaycı bakış açısı böylelikle yanlışlandı. Büyük soru ise, bundan sonra ne olacağı. Olaylardan politik olarak kim galip çıkacak?

Tunus'ta oluşturulan yeni geçici hükümet, İslamcıları ve daha radikal solu içermiyordu. Kendini beğenmiş liberallerin tepkisi, "Güzel, ikisi de temelde aynı, iki totaliter uç nokta" oldu. Ama işler bu kadar basit mi? Uzun süredir varolan karşıtlık, aslında İslamcılarla sol arasında değil de başka yerde miydi? Rejime karşı geçici olarak birleşseler de, zafere ulaştıkları an birlikleri bozulur; genellikle eski ortak düşmana karşı olandan daha korkunç, ölümcül bir mücadeleye girişirler.

İran'daki son seçimlerden sonra tam olarak böyle bir mücadeleye şahit olmamış mıydık? Musevi'nin yüzbinlerce destekçisi, Hümeyni devrimini devam ettiren popüler rüyayı destekliyorlardı: özgürlük ve adalet. Bu rüya ütopik dahi olsa, politik ve toplumsal yaratıcılıkta olağanüstü bir patlama yarattı, öğrenciler ve sıradan insanlar arasında örgütlenme deneyimine ve tartışmalarına neden oldu. Toplumsal dönüşüm için eşi benzeri görülmemiş güçleri serbest bırakan bu gerçek fırsat, her şeyin mümkün gözüktüğü bu an, daha sonra İslami düzenin politik egemenliği ele geçirmesiyle adım adım boğulmuştu.

Söz konusu olan açıkça köktendinci hareketler olsa bile, hareketin toplumsal bileşenlerini ıskalamamak konusunda dikkatli olmak gerekiyor. Taliban, düzenli olarak, iktidarını terör yoluyla zorla dayatan köktendinci bir İslamcı grup olarak tanıtılır. Fakat 2009 ilkbaharında Pakistan'daki Swat Vadisi'ni ele geçirdiklerinde, New York Times "küçük bir grup zengin toprakağasıyla onların topraksız kiracıları arasındaki derin çatlakları sömüren sınıfsal bir ayaklanma" düzenlediklerini bildirmişti. Eğer Taliban, çiftçilerin mevcut hoşnutsuzluğundan "yararlanarak" New York Times'ın deyimiyle "hâlâ büyük ölçüde feodal olan Pakistan hakkındaki riskler hakkında alarm" yaratıyorsa, Pakistan ve ABD'deki liberal demokratları benzer bir şekilde bu hoşnutsuzluktan "yararlanmak"tan ve topraksız köylülere yardım etmeye çalışmaktan alıkoyan neydi? Bu, Pakistan'daki feodal güçlerin, liberal demokrasinin doğal müttefiki olduğu anlamına mı geliyor?

Çıkarılması gereken kaçınılmaz sonuç, Müslüman ülkelerde radikal İslamın yükselişinin, her zaman seküler solun kayboluşuyla alakalı olduğu. Afganistan en büyük köktendinci İslam ülkesi olarak resmedilirken, kim bu ülkede 40 yıl önce güçlü bir seküler geleneğin olduğunu, Sovyetler Birliği'den bağımsız olarak iktidara gelen bir komünist parti bulunduğunu hatırlıyor? Bu seküler gelenek nereye gitti?

Tunus ve Mısır'da (ve Yemen'de ve... Hatta belki Suudi Arabistan'da) devam etmekte olan gelişmeleri bu arka plana karşı değerlendirmek son derece önemli. Eğer mevcut durum nihayetinde stabilize olur ve eski rejim birkaç liberal 'kozmetik' rötuşla var olmaya devam ederse, bu başa çıkılamaz bir köktendinci geri dönüş yaratacaktır. Kilit liberal mirasın var olmayı sürdürebilmesi için, liberallerin radikal solun kardeşçe desteğine ihtiyaçları var. Mısır'a geri dönecek olursak, yaşananlara yönelik en utanç verici ve tehlikeli boyutta oportünist yaklaşım CNN'e konuşan Tony Blair'den geldi: "Değişim gerekli, ancak bu dengeli bir değişim olmalı." Bugün Mısır için dengeli değişimin anlamı, sadece Mübarek güçleriyle iktidarın alanının biraz daha arttırılması yoluyla gerçekleştirilecek bir anlaşma yapmak olabilir. Bu yüzden bugün barışçıl bir geçişten bahsetmek yersiz, Mübarek muhalefeti ezerek bunu kendisi imkânsız hale getirdi. Mübarek protestoculara karşı orduyu devreye soktuktan sonra, seçenekler netleşmiştir: ya her şeyin aynı şekilde kalması için sınırlı bir takım şeylerin değişeceği 'kozmetik' bir müdahale, ya da gerçek bir kırılma.

Öyleyse bu an dürüst olma anıdır: kimse, 10 yıl önce Cezayir'de olduğu gibi, gerçek anlamda serbest seçimlere izin vermenin gücü doğrudan Müslüman köktendincilere vermek anlamına geleceğini iddia edemez. Bir başka liberal kaygı da, eğer Mübarek giderse, gücü devralacak organize bir politik gücün olmayışı. Elbette ki yok; Mübarek bütün muhalefeti marjinal unsurlar haline getirerek bu durumu başardı ki, sonuç Agatha Cristie'nin ünlü romanının adı gibi oldu: Ve Birden Ortadan Kayboldular. Mübarek lehindeki 'ya o ya kaos' şeklindeki argüman, aynı zamanda ona karşı da kullanılabilir bir argüman.

Batılı liberallerin ikiyüzlülüğü akıl almaz boyutlarda: açıkça demokrasiyi desteklediklerini söylemelerine rağmen, şimdi insanlar tiranlara karşı din temelinde değil de, laik bir özgürlük ve adalet için ayaklandığında derin bir korku duyuyorlar. Neden kaygı duyulsun, neden özgürlüğe bir şans verilmesinden mutlu olunmasın ki? Bugün Mao Zedung'un eski felsefesi her zamankinden çok geçerli: "Cennetin altında büyük bir kaos var, durum mükemmel".

Peki, öyleyse, Mübarek nereye gitmeli? Burada da cevap açık: Lahey'e. Eğer orada oturmayı hak eden bir lider varsa, bu Mübarek'tir.

SLAVOJ ŽIŽEK
http://www.marksist.org sitesinden alıntıdır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder